6 Ocak 2018 Cumartesi

BAŞLARKEN

Herkes alıp başını bir yerlere kaçmak ister...

Şehir yaşamına sıkıca sarılmış, hatta o hayatın mimarı kabul ettiğimiz insanlar bile bir gün doğayla iç içe yaşam hayali kurar.

18-19. yüzyılda uzak kıtalarda, verimli, bereketli, el değmemiş yeni topraklar keşfedip, yeni bir hayat kurma hayalleri ile bugünkü Amerika ve Okyanusya ülkelerne göç furyası başladı. Tarım, değerli metal ve taş madenciliği gibi amaçlarla yüzbinlerce insan bu yeni ülkelere göç etti. Günümüzden baktığımızda bu göçler bu ülkelerdeki mevcut doğa ve insan düzenini alt üst etmiş ve kurulan yeni düzenler eski kıtalardakini aratır hale gelmiştir.

1980'li yıllar öncesinde ıssız tropik adalarda Robinson Crusoe tarzı bir yaşam hayal etmek modaydı. Zira insanlar bir şekilde hâla bahçeli evlerde, sokak aralarında top oynayabilecekleri arsalar olan şehirlerde yaşıyor, yaz aylarını sayfiye yerlerinde veya ata dede topraklarında doğayla iç içe geçiriyorlardı. Çoğu kişi köyden gelen fasülye, bulgur, salça, turşu, peynir vs. ile nispeten doğal beslenebiliyordu.

Zaman geçtikçe nüfus arttı, mirasla bölünen tarım alanlarındaki üretim karlılığını ve yeterliliğini yitirdi. Geleneksel tarım Konya Ovası, Çukurova, Söke Ovası, son yıllarda ilave olan GAP ovaları gibi geniş tarım alanlarındaki ve Akdeniz kıyılarında seralarda yapılan endüstriyel entansif tarım ile rekabet edemez hale geldi. Meralar daraldı, yayla otlakları talan edildi ve hayvancılık da sanayi tipi çiftliklere indirgendi.

Artık engebeli ve dar arazilere sahip köylerde sadece yaşlılar var. Ziraat ve hayvancılık neredeyse tamamen tükendi. Hepimiz fabrikalarda işlenip üretilmiş, üretim ve işleme aşamasında binbir türlü kimyasal ile bulaştırılmış, sentetik katkı maddeleriyle ayakta tutulan, market raflarında bizlere sunulan, gıda gibi ama gıda olmayan ürünlerle beslenir hale geldik. Küçücük bebeklerden yaşlılara kadar, başta kanser ve kroner hastalıklar olmak üzere çeşitli modern hastalıklar artık yaşamımızın bir parçası oldu.

Tüm bu gelişmeler yeni bir moda ortaya çıkardı;
Şehirden uzakta bir arazi edinip doğal bir hayat sürmek...

Pek çok kişi, çeşitli yollarla, az ya da çok, bir şekilde doğa ve doğallık ile yeniden bağlantı kurmaya çalışıyor. Küçük bahçelerde toprak ve doğa ile yeniden bağ kurmak, balkonda, saksıda organik ürünler yetiştirmek, köy pazarlarından veya organik pazarlardan alışveriş yapmak, hafta sonlarını doğada yapılan aktivitelerle geçirmek, kır lokantasında brunch yapmak, otoban ortasındaki yeşil alanda piknikte ızgara ve semaver çayı tüketmek gibi...

Tüm bunlara yaşamın bir parçası olan, ulusal ve uluslararası çalkantılar, çevre kirliliği, küresel ısınma gibi sıkıntılılar ve herkesin herşey konusunda uzman olduğu, okumanın yerini bakmanın aldığı, hesap verme ve sorumluluk yükleme özelliği olmayan sosyal medya üzerinden depresif caps'lerle insanların üzerine üzerine olumsuzlukların yağdırılması eklendiğinde herkes kendine beton ve insan yığınlarının dışında bir hayata özenmeye başladı.

Bizim serüvenimize gelince;

Şehirde doğmuş büyümüş olsak ta, yaz tatillerimizde köylerdeki akrabalarımızın tarımsal faaliyetlerine yardımcı olma geçmişimiz doğa ile kurulmuş kırılmaz bir bağ olarak bizi bugüne kadar taşıdı. Doğa bilimlerinin bir dalında eğitim alıp yine doğayla iç içe bir iş hayatı, evlilik, çocukları yetiştirip bir meslek sahibi etme telaşesi derken yaşımız 50'yi aştı. Yaşanılan tecrübeler yarışır gibi geçen hayatın bizim için anlamının azalmasına neden oldu. Çocukluğumuzdan bu yana biriktirdiğimiz hayal ve tecrübeler doğrultusunda bir kaçamak mekanı oluşturma kararı aldık.

Bu karara uygun olarak 1.5 dönümlük bir arazi edinip bundan sonraki hayatımızı yavaş ama dolu geçirecek olanakları oluşturmaya çalıştık.

İşte bu blogda bu serüvenden söz edip, okuyucularla birlikte yaşayacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Domates ve Biberlerde Çiçek Burnu Çürüklüğünü Yönetmek

  Domates, biber ve patlıcanlarında "Blossom End Rot ( BER )" sorunuyla sık sık karşı karşıya kalıyoruz. BER, meyvenin çiçek ucun...